Şu gördüğünüz 16 mm. sinema kamerasının içinde ışığın taşıdığı bir görüntü, bir görsel kanı, bir duyu, ruh ya da kısaca mana, filme enkarne olur. Bu süreci gerçekleştiren eylem sinematografidir ve mekaniğin hassas inceliğine ve kesinkesliğine bağımlıdır. Katı madde ve mana, birbiri ile ilişkili öyle dar yolar ve tünellerden geçerek birleşirler ki, bu birleşmeden olan ürün sır olarak kalır; hiç ışığa değdirmeden kameranın koynundan alınıp, yıkanıp, gizemi çözüldükten sonra varlığı ifşa edilmiş olur.

Muhteşem bir iş-süreçtir sinematografi, insan aklının gücünü, ruhun yadsınmaz derinliğini kanıtlayan bir işlevler dizinidir. Bugünün elektronik imkânlarla yapılan sinemaya ve sinemasal bireşimlere gelinceye kadar geçilen yolda mekaniğin koşullarının kazandırdığı mantık silsilesi geçerli olmuştur; tek fark, artık mana fiziksel bir yapıya bürünmez, kodlanır.

Sinema bir sanatkârın tek başına ortaya koyacağı bir sanat faaliyeti değildir. Sinema yapım ortamında kişi, ancak bir ya da iki işte çalışabilir. Bu sinematografide her çalışma konusunun büyük ve kapsamlı meslekler, uzmanlıklar konusu olmasındandır; kalabalık bir orkestranın birlikte çalması gibidir bir sinemasal yapım süreci. Ancak okullarda sinematografi öğretimi, öğrenmede ilk adımların atıldığı andan başlayarak, sinemanın her işlemini bir arada kavramak gerektiğini hissettirmeye yöneliktir. Bu konuda öğrenim ve deneyim, grup çalışmaları içinde uygulamayla kazanılır, sözel anlatımlarla sinematografinin işlemleri, akılda çözülmez problemler gibi kalır.

Haig P. Manoogian

Elektronik devrimden önce sinematografi eğitimi dünyada tanınmış bir-iki üniversitede ve özel okulda yapılıyordu. Çünkü kullanılan araç ve gereçler parasal yönden her okulun rahatça edinebileceği şeyler değildi. Bir diğer önemli konu ders planı ile ilgiliydi. Öğretim planlamasına göre, grup halinde çalışan öğrencilerin, o günlerdeki mekanik temelli sinematografinin gerektirdiği şekilde sistematik bir çalışmayla uygulama yapması sağlanmalıydı. Bu bakımdan New York Üniversitesi’nin birçok sinemacı yetiştirmiş, özellikle Martin Scorsese ve Ares Demertzis üzerinde derin etkiler yapmış profesörü Haig P. Manoogian, sinematografi derslerinin sahibi, deneyimli bir öğretmendi. Martin Scorsese 1960’da derslerini tamamladığı Manoogian’a öylesine değer veriyordu ki, öldüğü yıl (1980) yaptığı filmi (“Raging Bull” – Robert De Niro bu filmle ikinci kez Oscar ödülü almıştı -) Manoogian’a atfetmişti.

 

Martin Scorsese Manoogian’ın sinema öğretisini “hayatımda aldığım en değerli hediye” diye yüceltir ve sinema yönetmeni oluşunu Manoogian’dan aldığı ilhama ve onun derslerine borçlu olduğunu söyler. Manoogian’ın kurduğu ders planı öylesine mükemmeldir ki, kişi, sinema gibi karmaşık süreçli bir işi kısa sürede, kolayca hatta hiç farkında olmadan öğrenir ve yapar.

1972 yılında Manoogian’ın sinematografi derslerine başladığımda sinema yapım süreci hakkında hiç bir bilgim yoktu. Dersler Tisch School of the Arts’ın bu ders için yapılandırılmış, sinema salonu şeklindeki mekânında yapılıyordu. Tam 40 kişiydik. İlk derste Manoogian, sinema ve ders hakkında bir konuşma yaptıktan sonra bir ara verdi ve bu zaman içinde beşer kişilik gruplar oluşturmamızı ve adlarımızı sırayla yazarak  derse dönmemizi söyledi; öyle yaptık. Sonra bir panoda asılı olan bir listeyi işaret etti ve böylece her beş kişilik gruptaki kişilerin film yapımında ne gibi işleri olacağını anlattı. Liste şöyleydi:
Yönetmen
Yönetmen yardımcısı
Kameraman
Işıkçı
Kurgucu

Yönetmen ve yönetmen yardımcısı, yapılacak filmi tasarlayan ve senaryolaştıran kişilerdi. Planlamaya göre bir sonraki ders, yönetmen kurguya geçiyor, yukardan aşağıya dönüşümlü listede her görev yerini arkadan gelene bırakıyor, böylece herkes sömestr içinde birkaç kez yönetmenlik, kameramanlık, ışıkçılık yapmış oluyordu. Bu düzen anlatıldıktan sonra salona sandıklar taşıyan asistanlar girdi. Sandıklardan çıkardıkları sekizer adet 16 mm. (Filmo) film kameralarını, kamera sehpalarını (üçayak), ışık ölçme aygıtlarını ve 100 m.’lik düşük ASA’lı siyah-beyaz “reversal” (banyo sürecinde doğrudan pozitif resim veren) filmleri her grubun yönetmenlerine dağıttılar. İlk çalışma gün ışığında parkta oynayan çocukların çekimiydi. Filmin kameraya takılması, kameranın üçayak üstüne monte edilmesi ve ışık ölçümü defalarca tekrarlanıyor, kamera yere düşürülüyor, üçayak devriliyor, bir yerden öbür yere taşınıyor, ışık ölçümü için dakikalarca prospektüs okunuyor, tartışılıyor, olmadı baştan alınıyor.. böyle öğreniliyordu. Her donüşümün sonunda yönetmen kurguladığı filmini gösterime girecek şekilde hazırlayan laboratuvara gönderiyordu.

Heyecanlı, bazen insanın moralinin bozulduğu, çok defa merak ve başarı kıvancının yaşandığı ve sonucun ancak sinema ekranında alındığı bir işti, film yapmak. Ben iki-üç hafta sonra kendi filmimi ders salonunun büyük ekranında, Manoogian’ın ve otuzdokuz kişinin eleştirel bakışları arasında garip bir duygu içinde izlerken şunu düşünüyordum: “Ben ne zaman bu işi öğrendim ve bu filmi yaptım, şimdi de seyrediyorum?”

Ders planı başlangıçta araçları kullanmayı öğrenmeye yönelikti; ilerledikçe değişik filmlerle çalışıyor, ışıklandırmalar yapıyor, gelen ve yansıyan ışıkları ölçüyor, farklı kurgu cihazları tanıyorduk. Sesli filme geçince işler daha da karmaşıklaşmıştı. Dağıtılan çeşitli mikrofonlarla konuşmaları, kullanmak istediğimiz müzik ve ses efektlerini 6 mm. ses bandına kaydediyor, seslerin filmde hangi sıra ve düzende ilerlediğini (volum değişikliklerini, geçişleri, süre saniyelerini) bildiren formları ekleyerek ses stüdyosuna veriyorduk. Her aşamada aletlerin değiştiği ortamlarda, daha uzun 16 mm. film ve 16 mm. A ya da B perforasyonlu manyetik ses bandı ile uğraşıyor, tasarladığımız hayalleri mekanik bir bilince çıkarmaya çalışıyorduk.

Manoogian’ın sinematografi öğretimi gerçekten mükemmeldi; insan film yapma işini kutsal bir ritüel gibi düşünüyordu. Her defasında, filmini beklenmedik bir olay, bir sürpriz gibi ekranda gördüğünde, sanki sırrını alenileştirmiş bu yansımaya karşı bir tartışma başlatıyordu..

Manoogian, birçok kimsede olduğu gibi benim hayatımda da önemli bir yere sahiptir. New York Üniversitesi’nden sinema televizyon yapım-yönetim alanında aldığım MFA derecesi onun planladığı 64 kredili bir master programı sayesinde kazanılmıştır. Manoogian yalnız bir sinematografi öğretmeni değildi, “The Film-Maker’s Art” kitabının yazarı, öğrencilerine ve birlikte çalıştığı arkadaşlarına ödüller kazandırmış bir yol gösterici, sinemanın sosyal hayatta işlevliliğini gerçekleştirmiş bir yapımcı ve eğitimci, New York Üniversitesi’nin Sinema Televizyon Bölümü’nün başkanı ve birlikte film yapmanın zevkini yaşatan gerçek bir arkadaştı.