Bir Cumhuriyet Şarkısı filmi Türkiye’de bugünkü kültürel geriliğin sinema perdesine düşen yansımasıdır. Herhalde bu filmi yapanlar tarihi bir gerçeği, “Gerçek bir Hikâye, Gerçeküstü bir Mücadele” iddiasıyla ortaya koyarken, filme konu olan gerçeklerin derinlemesine araştırılması gereğini bilmiyorlar ve zamanın ruhunu, davranış tarzını, karakterleri gerçekte olduğu gibi gösterme sorumluluğunu hiçe sayıyorlar. Eğer kültürel seviye ileri bir medeniyet içinde yükselmiş olsaydı, tarihi bir olayın uydurma tavır ve davranışlar, uydurma karakterler, uydurma olaylarla temsilinden çekinilir, Türkiye’nin kültür tarihine bu saygısızlık yapılmazdı.

Film 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyaretinde anlamlı bir ikram olsun diye Atatürk’ün isteği üzerine ilk Türk operası “Öz Soy”un sahneye çıkarılması ile ilgilidir. Öz Soy çok kısa bir zamanda, çeşitli zorluklara rağmen genç Cumhuriyet, Türkiyesi’nin benimsediği geleneksel Türk terbiyesi ile hevesle yazılıp hazırlanıyor ve sahneleniyor. Bir Cumhuriyet Şarkısı filminde zamanımızın gerginlikleri, olumsuz tavır ve davranışlar o devirde de öyle yaşanıyor gibi düşünülerek problemler abartılıyor, hatta yaratılıyor, insan ilişkilerinde çeşitli olumsuzluklar yaşanıyor uymayan aleni kavgalar yapılıyor, depresyonlara giriliyor, gizli düşmanlıklar, kaygı ve panikler yaşanıyor. Bunların yanısıra zamanımızda her alanda görülen yalan ve uydurmacılığın kullanılmasıyla, bu “tarihi” film, olayların, kişilerin “öyle olduğu” hakkında seyirciyi, ikna etmeye çalışıyor. Bir olayın, olgunun gerçek olup olmadığını düşünemeyecek kadar dürüstlüğe uymaz meselelerle aklı işgal edilmiş halkın sorgulamaksızın inanmasını da sağlıyor.

Bir Cumhuriyet Şarkısı filmini sekans sekans inceleyerek yanlış ve uydurulmuş olayların dökümünü yapmayacağım. Ama Öz Soy operasının gerçek temsilinde “Ahriman” rolünü oynamış olan babam Süleyman’ın nasıl çarpıtılmış bir karakter olarak ekrana getirildiğini, bunun beni nasıl yaralayıp kızdırdığını, dolayısıyla filmi yapanların nasıl bir sorumsuzluk ve düşüncesizlikle insanları aşağılayan ve itibarını zedeleyen sahneler kurguladığını anlatmadan durmayacağım.

Filmde, Öz Soy operasının yazımı tamamlanıp rol dağıtımına geçildiğinde, temsili hazırlayanlar tarafından yurt dışında şan ve opera çalışmaları yaptığı bilinen kişilerden, Musiki Muallim Mektebi mensuplarından, orta dereceli okulların müzik öğretmenlerinden, Halkevi sahne sanatçıları arasından temsilde oynayacak kişiler seçiliyor. Öz Soy’da “Ahriman” rolünü oynayacak kişi olarak da librettonun yazarı Münir Hayri tarafından Süleyman öneriliyor. Filmde Süleyman o zaman Ziraat Mektebi Kütüphanesi’nde çalışan, öyle müzikle, sahneyle alakası olmayan, yalnız sesi güzel bir kimsedir. Süleyman’ın önerilmesi ile Ahmet Adnan tarafından “..böyle devşirme bir kadroyla nasıl olacak bu iş..” yorumuyla tüm oyuncu kadrosu değersizleştiriliyor. Müzik, sahne, opera konularında bilgisiz ve deneyimsiz Süleyman, halinden utanan ve başarısız olacağına inanmış bir tavırla provalara katılmaya başlıyor. Süleyman, müzik konusunda öyle cahildir ki, eline verilen partisyonları nasıl tutacağını bile bilmemekte, arkadaşlarına bakarak doğru tutmaya çalışmakta ve tabii çok mahcup olmaktadır. Nihayet sahne provaları başlar. Ahmet Adnan, sıra “Ahriman”a gelince, bu kötü, şeytan varlığın, sahnenin arkasından bağırarak gelmesi şeklinde bir mizansen verir; Süleyman öyle yabanıl ve gülünç bir bağırtı çıkarır ki, tüm oyuncular, müzisyenler, genç koro kıs kıs gülerler, Süleyman, kaba ve çirkin oyunundan dolayı küçük düşmüştür. Prova bu durumda da devam eder, Ahmet Adnan Süleyman’a, ‘seyirciyi kendine güldürmemesi’ gerektiği uyarısında bulunur ve yeniden mizansen vererek seyircide ‘bir fenalık, bir zulüm’ tesiri hissettirecek oyunu oynamasını ihtar eder. Filmin 54’üncü dakikasındaki sekansta Süleyman ‘fenalık ve zulüm’ gösterisi olarak, –filmin yapımcıları, zamanımızın ‘kadına şiddet’ onulmazlığının Atatürk devrinde de var olduğunu zannediyorlardı herhalde- rol arkadaşı Nimet Vahit’e kendiliğinden bir tokat atar, Nimet Vahit yere düşer. Süleyman çok pişman olur, defalarca özür diler, hatta bu operada oynayamayacağına kanaat getirerek ayrılmaya karar verir. Ahmet Adnan beceriksizliğinden dolayı Süleyman’ı zaten oyundan çıkarmış, Feridun rolünü oynamakta olan Nurullah Şevket’e “Ahriman” rolünü de vermiştir. Herkes nedense bu duruma razı iken, provaları merak edip izlemeye gelen Olimpiyat Komitesi Başkanı Saffet Bey itiraz eder ve bir kişinin aynı eserde iki önemli rolü oynamasının uygunsuzluğunu anlatmaya çalışır. Ahmet Adnan sinirlenir, o devirde kabul edilmez bir ayıp işlenerek herkesin önünde saygıdan yoksun bir ağız dalaşı yapılır.

Süleyman rezaletini, rol arkadaşları Nimet Vahit Hanım ve Nurullah Şevket düzeltirler; Süleyman’ı eğitmeyi (!) teklif ederler. Süleyman arkadaşlarından “ders” alarak “Ahriman” rolünü başarıyla oynar.

Temsil verilir; çıkan iş bir okul müsameresi gibi olur ve Atatürk bir şey söylemeksizin misafirini alıp Halkevi binasını terk eder. Oyuncular Bir Cumhuriyet Şarkısı’nda gösterildiği gibi kutlama için köşke çağrılmazlar; Atatürk, o devrin Fransız burjuvasının monden erkekleri gibi hemen genç bir sanatçı kadının elini öpmez; hele Ahmet Adnan’a atfedildiği gibi, elinde kadehle Atatürk’ün önünde göğüs göğüse gelinip sohbet edilmez. Atatürk, köşkün salonunda yayılıp oturmuş kişiler arasında Süleyman’ın omuzuna elini koyup “..adınız büyük, sesiniz güzel. Bize birşeyler söyleyin de neşemiz yerine gelsin.” demez. Bunlar hem o devrin terbiyesine aykırı davranışlardır, hem de, hangi devlette olursa olsun, bir devlet başkanının bulunduğu ortamda görülmeyecek hareketlerdir. Öz Soy operasının doğuşunu anlatan “tarihi” film, böyle birçok uydurma ve gülünç epizodlarla süslenerek tamamlanır.

Öz Soy operası başarılı bir çalışma, Türk operasına temel olacak bir eser olmamıştır; nitekim temsillerin devamı gelmemiş, müziğinin ve librettosunun halka açık bir yayımı da yapılmamıştır. Ancak Türkiye’nin kültür tarihinde hoş bir milli opera teşebbüsü ve gayreti olarak kalmıştır.

Süleyman’a yapılan değersizleştirme yalnız film konusu ile sınırlı değildir; filmin son tanıtma yazısında, zaman içinde kimin ne olduğu bildirilmektedir. Oyuncuların çoğu opera sanatkârlığı mesleğini sürdürmüş, statüler kazanmışlardır. Süleyman’ın kaderi ise “Opera serüveni dost meclisleri hariç, Özsoy’la sınırlı kaldı. Tekrar çok sevdiği kütüphanesine, kitaplarının arasına geri döndü.” ibaresi ile anlatılmıştır.

Öz Soy operasında “Ahriman” rolünü oynayan babam Süleyman (Tamer)’den Öz Soy operası ile ilgili hatıralarını birkaç kez dinlemiştim. “Tarihi film” olarak ilan edilen Bir Cumhuriyet Şarkısı için, belli ki, iyi bir araştırma yapılmamıştır. “Gerçek bir olay” olarak ele alınan konunun uydurma olaylar ve uydurma karakterlerle çarpıtılmış, itibarsızlaştırılmış olarak ortaya çıkarılması filmin senaryosunun yazarını, yönetmen ve yapımcısını, destekleyen, gösterimine izin veren kuruluşları sorumluluk altına alır. Sorumsuzca yanlış hatta indirgemeci bir tavırla hareket etmek, ne yazık ki, Türkiye’de insanların doğruları ve yanlışları ayırt edemeyecek kadar eğitimsiz olmalarının, düşünmede yetersiz ve öz görüde olumsuz bir ruh hali içinde yaşamalarının sonucudur.

Öz Soy operasının gerçek temsilinde “Ahriman” rolünü oynayan Süleyman kimdir?

Öz Soy operasında Ahriman rolünü oynayan Süleyman, Filmde anlatılanın aksine, daha ortaokul sıralarında sahneye ve müziğe olan eğilimini keman dersleri ve Türkocağı’nda oynanan oyunlarda rol alarak belli eder. Alman Lisesi’ni bitirdikten sonra bir süre İstanbul’da Sanayi-i Nefise’de Profesör Egli yanında çalışır, Muhsin Ertuğrul ile tanışır, 1932’de Ankara’da Halkevi’nin açılması ile Ankara’ya gelir ve Halkevi’nde amatör tiyatro faaliyetlerine katılır, Musiki Mualim Mektebi öğrencileri ve öğretmenleri ile ilişki kurar, her hafta verilen konserleri dinler, Musiki Muallim Mektebi’nin Alman hocalarından özel şan dersleri alır. Bu arada Halkevi Kütüphanesi’ne, önce memur, sonra müdür olarak atanır, kendisine binanın çatı katında bir lojman verilir, böylece Halkevi’ne gelip-giden Atatürk’ü yakından görmek ve tanımak fırsatını kazanır. O yıllarda Tarım Bakanlığı ziraat enstitüleri kurmaya çalışmaktadır. Ziraat Mektebi Kütüphanesi çok önemsenmektedir. Bunun için kütüphanecilik üzerine uzmanlığı ile tanınmış Doktor Josef Stummvoll, Ziraat Mektebi Kütüphanesi’ni düzenlemek üzere Türkiye’ye çağrılır. Süleyman iyi Almanca bildiği ve kütüphanecilik üzerine tecrübesi olduğu için Josef Stummvoll’e asistan olarak verilir. Yani filmde anlatıldığı gibi ne Ziraat Mektebi Kütüphanesi herhangi bir kütüphanedir, ne de orada çalışan Süleyman herhangi bir memurdur. Bu iş onu sahne ve müzik dünyasından uzaklaştırmaz. 1933’te Onuncu Yıl Marşı’nı jüri önünde ilk o söyler, 1934 yılında Öz Soy Operası’nda “Ahriman” rolünü oynar. 1936’da açılan Devlet Konservatuvarı Opera Sınıfı sınavlarını kazanarak ilk öğrencilerden olur. Konservatuvar’da Alman hocaların tercümelerini, Türkiye’de tiyatro, opera çalışmalarını geliştiren Carl Ebert’in asistanlığını yapar. 1941’de Türk Opera tarihinde tamamı temsil edilen ilk opera olan Madam Butterfly’da Konsolos Sharpless rolünü oynar. Sonraki Tosca ve Fidelio temsillerinde rol alır. 1942’de Devlet Konservatuvarı Opera Sınıfı’nın ilk mezunlarındandır. Avrupa ile olan yakın ilişkilerinde çeşitli konserler verir; bu konserlerde Türk müzisyenlerin eserlerini söyleyerek ve radyo konserlerinde çalınmalarını sağlayarak onların Avrupa’da tanınmalarında rol oynamıştır. Hasan Ali Yücel’in, dünya klasiklerinin Türkçe’ye çevrilmesi programında çalışmış Almanca’dan Türkçe’ye tiyatro eserleri, ayrıca liedler, okul şarkıları, koro eserleri tercüme etmiştir. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Süleyman Tamer, 1948’de açılması düşünülen Devlet Film Merkezi için Viyana’da G. W. Pabst ile, UNESCO burslusu olarak Kopenhag’da Sven Aage Lorentz ile belgesel film konularında çalışmıştır. İlerleyen senelerde meslek hayatını Devlet Konservatuvarı’nda ve Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Şubesi’nde öğretim üyeliği yaparak geçirmiştir.

Bir Cumhuriyet Şarkısı Öz Soy operasının ‘gerçek hikayesini’anlatırken olaylar, karakterler ve özellikle Süleyman’ın kimliği ile bilgileri hangi kaynaklara dayandırmıştır?